BOĞA KÜLTÜRÜ /
ÖKÜZÜN BOYNUZLARI -1
Ekrem PEKER
Yok, yok. O öküz değil bu. Hani
Dünyamızı boynuzları arasında tutan, kafasını salladıkça depremlere sebep olan
öküz değil bu. Bazen bir sözcük alıp götürür sizi, bazen de binlerce sayfalık
bir araştırmaya bedeldir. Bir dostumla sohbet ediyordum, ailesi Batum’dan
Özbekistan’a sürülmüş, orada yüksek görevlerde bulunmuş, sonra Özbekistan
bağımsızlığını ilan ettikten sonra Rusya’ya gitmişler. Yaklaşık yüz yıllık bir
sürgünden sonra aile Türkiye’ye dönebilmiş. Bir sohbetimizde bana
“Özbekistan’da sembolik bir başlık parası var, kalın derler” diye söylemişti.
Bu sözcük beni alıp köyüme götürdü.
Köyümüzün
esas kurucuları Yörüklerdi. Mevcut yerleşim yeri terkedilmiş,1600’lü yıllarda
dört Yörük ailesi köye yerleşmiş. Osmanlı’nın çöküş yıllarında önce Kafkas
kökenliler daha sonra da Balkan muhacirleri yerleştirilmiş. Köyümüzde yaşayan
Yörükler başlık parası için “kalın” sözcüğünü kullanırlardı. “Yeni Türkçe”,
Asya ve Balkanlarda yaşayan Türklerle Batı Anadolu Türkleri arasındaki bağı
kopardı. Bu arada Türklerin büyük dağlara “Balkan” ismini verdiklerini de
hatırlayalım.
Sömürgeci
kâşifler keşfettikleri yeni topraklara üstü damgalı bir taş dikerlerdi”.Bu
toprakları “İspanya/Portekiz/Fransa/Britanya/Hollanda Kralı adına fethettim”
derlerdi. Dikilen bu taşlarda kralın arması bulunurdu. Taşlar, sözler bir
halkın, bir kültürün o topraklara dikilmiş simgeleri gibidir. Sömürgecilerin
diktiği taşlar yıkılır ama kültürel izler emperyalistlerin çabalarına rağmen
ayakta duruyor.
Tarihi
okurken, araştırırken bugünkü coğrafyayla, bugünkü iklimle değerlendiriyoruz.
Son yüzyılda Rus tarihçilerin bir kısmı araştırmalarını iklim faktörünü
gözeterek yapıyorlar. Örnek verelim; Mısır bir kaç kez Asur ve Pers, sonra
Büyük İskender ve Roma ordularınca kolayca istila edildi. Demek ki Filistin ve
Sina Yarımadası büyük orduların rahatlıkla gidip gelebileceği, yiyecek ve su
bulabileceği bir ortama sahipti. Orta Asya’nın 7-8 bin yıl önceki coğrafyası
çok farklıydı. Gobi ve Taklamakan çöllerinin olduğu bölgede Akdeniz’den büyük
denizler vardı. Ayrıca Hazar Denizi, Aral Gölü bugünkünden daha büyüktü.
Prototürk diye adlandırılan kavimler ( ve Moğol Kavimleri) bu denizlerin
çevresinde yaşıyordu. Bu denizler bugünkü Kazan şehrine kadar uzanıyordu.
Türklerin yaşadığı bölgeler bugünkü kuzey Çin ve Kore’den başlayıp Volga
boylarına, Kafkasya ve Karadeniz’in kuzeyine, oradan bugünkü Transilvanya’ya
kadar uzanıyordu. Tabii ki bu bölgede başka halklar da yaşıyordu. İklimsel
değişiklikler sonucu Orta Asya’nın demografik yapısı da değişmiştir. İklim
değişikliği doğal olarak ekonomik düzeni vurmuş, denizden uzaklaşan şehirler
çökmüş, halk fasılalarla göçmek durumunda kalmıştır. Göçmenler gittikleri bölgelerde
bugünlere ulaşan uygarlıklar kurmuşlardır.
ANAU/MERV
Bölgesini araştıran ve kazı yapan Arkeolog ve yazar Raphael Pumpelly
(1837-1923) bölgede yaptığı kazılardan sonra 1908 yılında ABD’deki Chicago
kentinde yayınladığı Anau’nun Gadimi OSUŞÜ adlı eserinde “Babil ve Mısır
Medeniyetlerinden çok önceleri (Günümüzden 8000 yıl önce) bu bölgede büyük bir
uygarlık kurulmuştur. Burada yaşayanların Asya yabani öküzlerini, at, domuz,
koyun gibi hayvanları evcilleştirdiği anlaşılmıştır. Anau’da iplik eğriliyor,
kumaş dokunuyor, tahıl üretiliyor, evlerde el değirmenleri kullanılıyor. Kilden
nakışlı, resimli kap-kacaklar yapılıyordu. Ayrıca avcılık da yapılıyordu”.
R.Pumpely
eserinde aynı çağda Avrupa’daki kültürel benzerlik için “Anau’daki gelişme
sürecinin sonucu ve ürünü olup; Anau’da yaşayanların atları ve develeri
evcilleştirdikten sonra bu bölgenin dışına çıkmışlar diye değerlendirmeliyiz.
Buna benzer üstünlüklerin sırasına; bakır ve kurşun üretme, dokuma sanatı, ev
hayvanları besleme, çiftçilik ve muhtemelen kil kap-kacakları süsleme sanatı
gibi yönlerden kazanılan bilgi ve deneyimleri de katmalıyız”.Bölge halkı
yaklaşık M.Ö.4000 yıllarında iklim şartlarının değişmesiyle ayrılmak durumunda
kalmışlardır. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan bu toplum yaşadıkları bölgeden
500-600 mil
uzaktaki ovalık bölgelere göç etmişlerdir. Eski Babil’de bulunan uzun boynuzlu
öküz heykelleri biçim olarak Anua’da bulunmuş heykellerle benzeşmektedir”.
Dr.
Duyerst Babil’de bulunmuş uzun boynuzlu öküz heykellerinin biçimlerinin
Anau’dakilerle aynı olduğunu belirtmiştir. Buradan yola çıkarak Babil’deki
öküzlerin bölgedeki evcilleştirilmemiş yaban öküzleri olmayıp Anau’dan gelen
öküzler olduğunu söyleyebiliriz. Bataklık, yaşanmaz, geçilmez bir haldeki Aşağı
Mezopotamya’nın tarıma ve yerleşime açılması için; tarımı, kanal kazmasını,
tuğla yapmasını, ev ve tapınak yapmasını bilen insanların bölgeye gelmiş olması
gerekir.
Bölgede
bulunan çivi yazılı tabletlerde evcil ve yabani sığırlar için ayrı işaretler
kullanılmaktadır. Önce yabani sığırlar için bir işaret kullanılmış, daha sonra
göçmenler evcil sığırları getirince onun için de ayrı bir işaret kullanılmış.
Sümer ve Elam’a özgü Ziggurat kültürü Babil’e ( yani Sami halklarına)
geçmiştir. Elamların merkezi olan Şuş şehri yakınlarındaki Çoğazenbil
şehrindeki Ziggurat tapınaklarının aynısı Babil’de yapılmıştır. Herodot, Babil
Zigguratının mimarisini şöyle betimlemiştir.”Birbirinin üzerinde oluşan bu
tapınağın katlarına çıkmak için yılan gibi kulenin çevresini saran merdivenleri
kullanmaktalar. Bu kulenin en üst katında bir tapınak yerleşir”.Çoğazenbil’
deki zigguratın üstü örtülü merdivenleri belirli aralıklarla açık bırakılmış ve
burada yolun iki kenarına çeşitli hayvan heykelleri ve bilhassa hörgüçlü öküz
heykelleri konmuştur. Öküz boynuzlu heykel kültünü daha sonra Sümerlerde ve
Mezopotamya’da görüyoruz. Bu bölgelerde bulunan eserlerin tarihlendirmesi
yapılınca öküzün evcilleştirilmesinden önceki zamana ait olduğunu görüyoruz
Demek ki bu kült bölgeye daha önce gelmiş. Göçmenler geldiğinde bölgenin boş
olduğunu söylemiyorum. Göçmenlerin getirdiği ve yerel halklara benimsettiği
kültürden bahsediyorum.
Uzmanlar
Sümerlerin nüfusunun az olduğu konusunda hemfikirler. Sümerler sayılarının az olmasına
rağmen büyük bir medeniyet kurmuşlardır. Bölgenin ilk alfabesini/yazısını icat
etmişlerdir. Kısa zamanda bölgeye yayılan bu yazıyı Fenikeliler geliştirmişler,
Akdeniz havzasına yaymışlardır. Proto-Türklerin önceki yazıları hiyeroglif
tipiydi. Birbirlerine rakip kent krallıklarının mücadelesi Sümerleri
zayıflattı. Sümer şehirleri Sami kabilelerin çekim merkezi oldu. Sürekli artan
Sami nüfus Sümerleri içinde eritti. Samiler, Sümerlerin yazı dillerini, kanunlarını
benimseyip yaşattılar. Aynı kültür Girit adasında ve Mısır’da kutsal Apis
kültürü olarak karşımıza çıkar. Bu kültür Mezopotamya’dan Anadolu’ya geçer.
Prof.Dr. Veli Sevin “Anadolu Arkeolojisi”adlı eserinde şunları yazar (sayfa
86-88): “Erken Kalkolitik çağın sonlarına doğru
(3700-3500) yılları arasında Keban yöresindeki Korucu Tepe büyük
olasılıkla bir göçebe tarafından tahrip edilmişti. Önceleri iyi bir biçimde
iskân olunan yerleşme yerini yakıp yıkan bu insanlar tepeyi bir mezarlık alanı
haline getirmişlerdi. Kerpiç bloklarla sınırlandırılan bu mezarlardan biri
kuzeyin kurgan türü gömülerini andıran bir biçimde ahşap bir çatıyla
kaplanmıştı. Gümüş, bakır ve demirden zengin mezar armağanları belki de göçebe
kabile reislerinin güçlerini simgelemekteydi. Güneydoğu Anadolu’da 3400 yılları
civarına tarihlenen Siverek yakınlarında Hassek Höyük’ün 5. tabakasında bulunan
bir yapıda da değerli eşyalar bulunmuştur. Yapı Geç Uruk dönemine aittir. Yapıların
bazılarının duvarları mozayik panolarla bezeliydi. Pişmiş topraktan çivilerin
birinde sağa sola doğru yürüyen boğalar bulunur. Bu türde bir bezeme Anadolu’ya
yabancı ve tümüyle Güney Mezopotamya’ya özgü bir anlayışın ürünüdür”.
Alman
Bilim Adamı Will Durant 1985 yılında Köln’de yayınladığı Kutergeshicder
Mensehheit – İnsanlık Kültürlerinin Tarihi adlı eserinin birinci cildinin
Uygarlık Beşikleri: Türkistan “ Anau” Aklı Şaşırtan Yollar bölümünde; M.Ö.4000
yılların Anau Uygarlığı ile Elam/Şuşa uygarlığı arasındaki ilişkiye dikkati
çeker. Benzer kültür izlerinin hem Anau ile Mezopotamya, hem de Eski Mısır
Sanatı ve el işlerinde görüldüğünü belirtir. Durant Avrupa ve Amerika’daki
bugünkü kültürün kaynağının Turkistan olduğunu belirtir.
Eldeki veriler M.Ö.4000 yıllarında
Türkmenistan ve bütün Merkezi Asya’da aşırı sıcaklardan dolayı yaşamın
zorlaşması ve Karakum Çölünün daha çok genişlemesi yüzünden bölge halkının göç
ederek Afganistan, Hindistan, Mezopotamya ve Mısır gibi yaşamaya uygun
bölgelerde dünyanın en eski medeniyetlerinin ortaya çıkmasında temel rol
oynamışlardır. Sümer Kültürü için Anau Medeniyetinin devamı da denebilir.
İranlı Tarihçiler Hasan Pirniya ve Meskur
Muhammed Cevat Elam uygarlığının Güney ve Batı Türkmenistan uygarlığının
birbiri ile ilişkili olduğunu, Sümerlerin Kuzeyden Basra körfezine ve Babil
düzlüğüne geldiğini belirtirler.
Anau
uygarlığının son döneminde bölgede Altın Tepe Medeniyeti belirir. M.Ö. 4000
yıllarının sonunda büyük bir kent oluşturan bu halk geride süslü kap-kacaklar
ve çok ustaca yapılmış mücevherler bırakmışlardır. Bölgede Ziggurat benzeri
yapıların izleri Bulunmuştur. Yapılar arasında çok sayıda öküz heykeli
bulunmuştur.
Rus
Arkeolojisinin Atası sayılan Nikolsky “Sümerlerin ana vatanı Aşkabat
yakınlarındadır. Bu ülkenin kurganlarında bulunan eşyalar Sümer kurganlarında
bulunanlara çok benzerler. Bütün Bunlar Sümerlerin büyük bir ihtimalle buradan
Mezopotamya’ya geldiğini gösterir. Sümerlerin Baş Tanrıları olan En-lil’in
yerleştiği yer Mezopotamya’nın güneyindeki düzlükler değil, dağlarda olmuştur.
Belkide Köpet Dağı’nın etekleri onların anavatanı olmuştur” demiştir.
Kısacası
Türkmenistan’ın Anua bölgesinde doğan “Boğa” kültürü Kafkasya ve Mezopotamya
üzerinden Anadolu’ya girmiştir. Atlas Tarih Dergisinde (Eylül 2011Sayısı)
yayınlanan bir haber bunu teyit ediyor. Kütahya İlinin Seyit Ömer ilçesinde
yapılan kazılarda 4 bin yıllık tarihi eserler bulunmuştur. Bu yerleşim
yerlerinde Erken Tunç çağında hem Ana Tanrıça, hem de “ Boğa kültürü”nün
beraber yaşadığı anlaşılmıştır.
Tekrar
başa dönersek Orta Asya’dan göç etmek zorunda kalanlar gittikleri bölgelerde
medeniyet seviyesinin yükselmesini sağlamışlardır. Göç eden halklar kalabalık
değildi ama yerel halkı yüzyıllar boyu yönetmişlerdir. Buna en iyi örnek Mısır’dır.
Firavunlar devrinden sonra Deniz Halkları, Persler, İskender, Roma, Bizans,
İslam istilası devirlerini yaşamış, Tolun Oğulları, İhşitler, Fatımiler,
Eyyubiler, Memlukler, Osmanlılar gelip geçmiştir. Tarihte bazı halklar için
eriten halklar diyebiliriz, örneğin Mısır gibi.
Gerçi
Kafkasyalı tarihçiler Etrüsk, Hitit, Hurri ve Sümerlerin Kafkas kökenli
olduklarını iddia etmektedirler. Urartuların Hurice konuştukları bilinmektedir.
Anadolu Halkları Hiyogrolif ve çivi yazılarını aynı anda kullanmıştır. Bu
konular ve Prototürklerin yazıları ayrıca incelenmelidir.
KAYNAKÇA
1) Sümer ve
Sümerler Harriet Crawford Ankara
2010
2) Hititler ve
Hititler döneminde Anadolu G.Macquan Ankara
2009
3) Ninova H.Lazard İstanbul
4) İsveççenin Türkçe
ile benzerlikleri Sven
Lagerbrıng İstanbul 2010
5) İsveçlilerin Türk
kökenleri üzerine Abdullah
Girgin İstanbul 2011
6) Uygarlığın kökeni
Sümerler M.İlmiye
Çığ İstanbul 2008
7) 5 bin yıllık
Sümer Türkmen bağları Begmurad
Garey İstanbul
8) Sümer ve Türk dillerinin
tarihle ilgisi Osman
Nedim Turan İstanbul
9) Doğunun Prehistoryası V.Golden Chılde Ankara 2010
10) Sümerlerde Tufan, Tufanda Türkler M.İlmiye
Çığ İstanbul 2011
11) Hz. İbrahim’le Awubla ve KafkasyalılarB.Ömer Büyüka İstanbul Ekim 1975
12) Avrupa’lıların Ataları Türk’tür Cengiz
Özakıncı İstanbul
13) Anadolu Arkeolojisi
Pr.
Veli Sevin İstanbul 2002
14) Büyük Türk Part Devleti Begmurat
Gerey İstanbul 2009
15) İran Türklerinin Eski Tarihi Pr.Dr. Muhammed.Taki Zehtabi (Kireşçi)
16) Iraklılar Yazılımı Kazım
Mişan Bursa 2007
17) Türklerin Kaybolan Ataları Kazım
Mişan Bursa 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder