20 Mayıs 2014 Salı

Türkiye – İsrail ilişkilerinde durum MİCHAEL ALFANDARİ, FRANSA

Türkiye – İsrail ilişkilerinde durum
MİCHAEL ALFANDARİ, FRANSA
Golda Meir’e atfedilen ünlü bir cümle vardır: “Musa Peygamber, bizlere bula bula Ortadoğu’da hiç petrolün bulunmadığı tek yeri buldu”. Meir, zamanında haklıydı, ancak 2010 yılında İsrail açıklarında çok önemli doğal gaz kaynakları bulunduğundan beri durum epey değişti. İşte bu doğal gaz, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerde önemli bir etken oluşturacak nitelikte. 
  1. AKP döneminden önce ortak çıkarlara dayanan ilişkiler
Son yılların ikili ilişkilerine “Mavi Marmara’dan önce” ve “Mavi Marmara’dan sonra” diye bakmak gerekir. Mavi Marmara öncesinde, kabaca iki dönemden söz edebiliriz: 1949 – 2002 ve 2002 – 2010 dönemleri (1949 Türkiye’nin İsrail devletini tanıdığı yıl, 2002 AKP’nin iktidara geldiği yıldır). Bu iki dönemden birincisinde, ilişkiler her nekadar – genellikle İsrail - Arap anlaşmazlığına bağlı olarak – inişli çıkışlı olsa bile, hiçbir zaman, bu yöndeki Arap baskılarina karşın, kopma noktasına gelmemiştir (1). Türkiye, Batı ittifakının ve NATO’nun önemli bir üyesidir ve İsrail ile ilişkileri ortak çıkarlara dayanmaktadır. Bu dönemde yer alan iki önemli gelişme, ortak çıkarların ne olduklarını net bir şekilde göstermektedir: Ağustos 1958’de Ankara’da İsrail başbakanı Ben-Gurion ile Türkiye başbakanı Menderes iki ülke arasında istihbarat paylaşımını öngören gizli bir anlaşma imzalarlar. 1979 yılına kadar İran’ı da kapsayan bu anlaşma özellikle Suriye ve Irak’a – 1993’ten itibaren de İran’a – ilişkin istihbarat bilgilerinin paylaşılmasını ve Türk ekiplerine İsrail tarafından eğitim verilmesini sağlamıştır. Eylül 1995’te ise İsrail’li pilotların Türk hava sahasında manevra egzersizleri yapmalarını ve Türkiye-Suriye sınırında inceleme uçuşları sırasında toplanan bilgilerin paylaşılmasını öngören bir askeri anlaşma imzalanır. İstihbarat ve askeri alanlarda İsrail ile iyi ilişkiler, Türkiye’ye ABD’deki İsrail yanlısı lobi örgütlerinin desteğini kazandırmıştır.
  1. AKP dönemi ve Erdoğan’ın giderek artan saldırgan söylemi
2002’den itibaren, bir yandan sivil, diğer yandan askeri olmak üzere iki farklı eğilim gözlemliyoruz. Sivil alanda, AKP lideri Erdoğan, seçimlerden sonraki ilk bildirilerinde İsrail ile ilişkileri geliştirmeye devam edeceğine söz verir. Ancak aradan çok geçmeden İsrail’e karşı önce eleştirel ve giderek artan saldırgan bir söylem benimsemeye başlar. Hamas lideri Şeyh Ahmed Yasin’in 2004’te öldürülmesini “İsrail devlet terörü” olarak niteler. 2006’da Filistin seçimlerinin ardından Hamas liderlerinden birini Ankara’da kabul eder. 2008’de Gazze’deDökme Kurşun operasyonunun ardından “Ortadoğu’da barışa en büyük tehdidin İsrail” olduğunu belirtir. Son olarak da, Ocak 2009’da Davos’ta Dünya Ekonomik Forumu’nda İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e karşı ünlü “One minute” çıkışıyla, İsrail’i “çocuk öldürmeyi iyi bilmek”le suçlar. Bununla birlikte askeri alanda – ve bu arada bakanlıklar düzeyindeki ikili ilişkilerde – temaslar “normal olarak” devam eder: Örneğin, 2000’li yılların başında Israel Aircraft Industries (İsrail Uçak Sanayii) Türk F-4 ve F-5 jetlerinin yenilenmesini öngören çok önemli bir anlaşmaya imza atar. Eylül 2007’de ise İsrail’in Suriye’deki askeri bir tesise karşı hava saldırısı bir sorun olmaksızın Türk hava sahasından geçer.
  1. Mavi Marmara olayıyla ilişkilerde en düşük noktaya geliniyor
Mayıs 2010’un sonunda, aralarında Mavi Marmara’nın da bulunduğu altı gemiden oluşan bir filo Gazze ablukasını delmek amacıyla Türkiye’den yola çıkar. Mavi Marmara’ya İsrailli komandolar tarafından yapilan müdahele sırasında gemideki dokuz Türk eylemci hayatını kaybeder. Olay üzerine Türk hükümeti İsrail’deki elçisini geri çeker, sonradan da (2) İsrail elçisi Ankara’dan kovulur ve diplomatik ilişkiler ikinci katip düzeyine indirilir. Türkiye, ilişkilerin normale dönmesi için İsrail‘den üç talepte bulunur: Özür, ölenlerin ailelerine tazminat ve Gazze ablukasının – Birleşmiş Milletler tarafından uluslararası hukuğa uygun bulunmasına karşın – kaldırılması. İsrail bu talepleri reddeder, ölenler için üzüntü duyduğunu, askerlerin meşru müdafaa durumunda hareket ettiklerini belirtir. 2011’de, birkaç milyar doları bulan savunma sanayii anlaşmaları durdurulur ve son olarak Türk hükümeti operasyona katılan İsrail’liler ve komutanları aleyhinde dava açar. Erdoğan, İsrail ile yaşanan bu krizden 2011 ile 2013 yılları arasında had safhada yararlanır ve “İsrail’e kafa tutmayı beceren Müslüman lider” imajını başarıyla geliştirir. Bu da kendisinin Arap halkları nezdinde son derece popüler hale gelmesini sağlar.
  1. ABD’yi sinirlendirmeye başlayan bir durum ve ikili görüşmelere dönüş
İki ülke arasındaki gerilim, bölgedeki başlıca iki müttefiğinin daha fazla istikrarsızlık yaratmasını istemeyen ABD’yi sinirlendirir. Mart 2013’te Başkan Obama’nın İsrail’e yaptığı ziyaret sırasında Netanyahu dokuz Türk’ün ölümünden dolayı Erdoğan’dan telefonda özür diler. İsrail’in resmi bildirisinde şunlar belirtilir: “Başbakan Netanyahu can kaybına yol açan hatalardan dolayı Türk halkından özür diler, aileler için tazminat anlaşması yapılmasını kabul eder”. Bu özür, İsrail açısından oldukça önemli – ve ülke içinde tartışmalara yol açan – bir adım oluşturuyordu ve Türkiye’nin İsrail’liler aleyhine açılan davalardan vazgeçmesi beklentisiyle alınmış bir karardı. Ne var ki sonuçta bu beklenti gerçekleşmeyince, ilişkiler de düzelmedi. Sonunda ikili görüşmeler Aralık 2013’te tekrar başladı. Şubat 2014’ten itibaren İsrail ve Türk basınında görüşmelere konu olan tazminat rakamları hakkında, 20 ya da 23 milyon dolar üzerinde anlaşmaya varıldığı haberi verildi (3). 9 Şubat’ta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu televizyonda “İsrail ile ilişkilerin normale yakın” olduğunu belirtti (4). Ayrıca Mısır’ın Gazze sınırını kapatmasıyla, İsrail ablukasının fiili olarak kaldırıldığını, örtük olarak da olsa, kabul etti. Bu gelişmeler, resmi bir anlaşmaya varılmasının bir gün meselesi olduğu beklentisini yarattı.
Ancak bu bildiriden 48 saat sonra Erdoğan basına yaptığı bir açıklamada, ilişkilerin normalleşmesi için Gazze ablukasının tamamen kaldırılması gerektiğini bildirdi (5). Bunun üzerine İsrail basınında da – daha önceden anlaşmayı kabul ettiği belirtilen – Netanyahu’nun sonuçta anlaşmayı kabul etmediği haberi çıktı.
Kararsızlık gibi görünen bu gelişmelerin, aslında iki tarafın iç politika hesaplarıyla ilintili olduğu açık. Bu, özellikle Türk tarafı için geçerli. Gerçekten de, Erdoğan’ı bekleyen üç önemli tarih var: 30 Mart’ta (AKP’nin kazandığı) belediye seçimleri, bu senenin Ağustos ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2015’teki genel seçimler. İsrail’e karşı saldırgan söylem, kendi popülerliği açısından her zaman kazançlı bir taktik olduğundan, Erdoğan’ın ikili ilişkilerin 30 Mart’tan önce normalleşmesini politik bir risk olarak değerlendirmiş olduğunu düşünebiliriz. İsrail tarafı da daha fazla taviz vererek Erdoğan’a bir hediye sunmak durumunda olmadığından, bu tarihten önce bir anlaşmaya varılmamış olmasını normal karşılamak gerekir.
Ne var ki, iki tarafın diplomatlarının çalışmaya devam ettiği biliniyor ve tarafların seçimlerden sonra çok beklemeyeceklerini savunan irdelemeler mevcut (6). Ayrıca geçenlerde Netanyahu’nun enerji ve güvenlik temsilcisi ve Mossad’ın eski başkan yardımcısı David Meidan’ın, seçimlerden sonra ilişkilerin normalleşmesini görüşmek üzere 24 Mart’ta Ankara’ya gizli bir ziyarette bulunduğu haberi de iki ülke basınına sızdı (7).
Gözlemcilerin büyük çoğunluğuna bakılırsa, ilişkilerin normalleşmesinin, en azından diplomatik yalnızlıklarını azaltmak açısından, her iki tarafın da yararına olacağı ortaya çıkıyor. Türk tarafı için geçerli dört neden söz konusu:
1. Türkiye bölgedeki geleneksel tarafsızlık politikasından vazgeçip Sünni yanlısı politikaları benimseyeli beri (Mısır’da Müslüman Kardeşler’e ve Mursi’ye destek, Gazze’de Hamas’a destek, Suriye’de Sünni muhalefete destek), Mısır, Suriye, Irak ve İran ile ilişkileri bozuldu. Türkiye’nin yalnızlığı, Mart sonu Kahire’de düzenlenen İslam İşleri Yüksek Konseyi toplantısına davet edilmemesiyle daha görünür hale geldi. Bazı yorumculara göre (8), Suudi Arabistan, ABD’nin de yardımıyla, Suriye’de “ılımlı” bir muhalefeti destekler görünmek, Türkiye’yi ise “aşırı” grupları destekleyen bir ülke olarak göstermek çabasında. Bu çabaların arkasında, Suudi’lerin Vahabi İslam’ı ile Türklerin “demokratik” İslam’ı arasındaki daha derin bir rekabeti görmek mümkün.
2. İsrail’in de katıldığı bölgesel NATO manevralarına Türkiye’nin katılmayı reddetmesi, ülkeyi askeri alanda da yalnızlaştırmış durumda.
3. Ermeni konusudan dolayı Türkiye’nin ABD ile, özellikle de Amerikan Kongresi’yle, daha iyi ilişkilere ihtiyacı var (9).
4. Türkiye, bölgeye yaptığı ihracat için, Irak ve Suriye sınırlarındaki güvenlik sorunları yüzünden, Hayfa limanına bağımlı hale geldi.
Ancak, tüm bu etkenlerden daha da ağır basan bir etken, İsrail’in doğal gazı olabilir.
5.   İsrail doğal gazının “kazan – kazan” potansiyeli?
Öncelikle aşağıdaki altı gözlemle başlayalım.
1. 2010 yılında Hayfa açıklarında keşfedilen Leviathan doğal gaz alanı, İsrail enerji tarihinin en önemli keşfi olarak kabul ediliyor. Rezervlerin, İsrail’in 70 yıllık doğal gaz ihtiyacını karşılayabileceği tahmin ediliyor (10) (daha alt katmanlarda bulunan petrolü hesaba katmadan). İsrail’in enerji tüketiminin yaklaşık %40’ını oluşturan doğal gaz, petrol ve kömürden çok daha “temiz” bir kaynak.
2. Haziran 2013’te İsrail Leviathan rezervlerinin yarısına yakın bir miktarını ihracata ayırmaya karar verdi (11). O tarihten itibaren, doğal gazın kime ve nasıl ihraç edileceği sorusu ön plana çıktı.
3. En önemli doğal gaz taleplerine bakıldığında (12) Avrupa Birliği, Türkiye ve Uzakdoğu ülkeleri öne çıkıyor. Uzakdoğu’ya ihracat, İsrail gazının sıvılaştırılmasını ve deniz yoluyla taşınmasını gerektirir ki bunun için iki yol söz konusu: Süveyş kanalı veya Eilat limanı. Ancak bu yolların her ikisi de sorunludur. Sorunlar, birincisinde Mısır’daki siyasi istikrarsızlıktan, ikincisinde turizmle geçinen Eilat’ı bir doğal gaz ihracat platformuna dönüştürmenin zorluğundan kaynaklanmaktadır. Bu durumda geriye Türkiye ve AB ülkeleri kalıyor. AB ülkeleri, genel olarak Rus gazına bağımlılıklarını azaltmak eğilimindeler (özellikle Ukrayna krizinden beri). Enerji ihtiyaçları her yıl %4-5 oranında artan Türkiye ise, doğal gazının %60’ını sağlayan Rusya’ya olan bağımlılığını özellikle – ve AB ülkelerinden daha fazla – azaltmak ihtiyacında. Ayrıca Türkiye Rus gazının 1000 m³’ünü 442 dolara satın alırken, İsrail gazı için sözü geçen fiyat 350 dolar civarında, yani %21 oranında daha düşük (13).
4. Türkiye Avrupa’ya enerji taşımacılığında da önemli bir rol oynamak istiyor. Aralık 2013’te imzalanmış bir anlaşmayla, 2018’den itibaren Azerbaycan (Şah Deniz yatağı) doğal gazı Gürcistan ve Türkiye yoluyla Yunanistan’a, Bulgaristan’a, Arnavutluk’a ve İtalya’ya boru hattıyla taşınacak (14). Bu yolla, hem Rus doğal gazına hem İran doğal gazına ilginç bir alternatif yaratılmış olacak.
5. İsrail doğal gazının ihracatı için en ekonomik yol, Leviathan’ı Türkiye’nin güney kıyısına bağlayacak bir denizaltı boru hattıdır. Bu hat daha sonra Avrupa’ya Azerbaycan doğal gazını taşıması öngörülen boru hattına bağlanabilir. Bu boru hattının maliyeti 3 milyar dolar civarında. İsrail için Avrupa pazarlarına alternatif bir ulaşım yolu ise Kıbrıs’ta bir doğal gaz sıvılaştırma fabrikası kurulması. Ancak böyle bir fabrikanın maliyeti 10-12 milyar dolar civarında (15).
Leviathan’ı işleten konsorsiyumun (Noble Energy, Delek ve Avner Oil ortaklığı) en az 4 Türk şirketiyle (Turcas, Zorlu, Çalık ve Enka) temasta olduğu biliniyor. Son haftalarda, ortaklığın boru hattının inşaatı için teklif çağrısına yanıt olarak gelen Türk tekliflerinin incelenmekte olduğu haberi iletildi (16).
6. Leviathan’dan Türkiye’nin güney kıyısına bir boru hattı döşenecekse, bu hat zorunlu olarak Kıbrıs karasularından geçecek (teknik olarak İsrail’le halen savaş halinde olan Lübnan’ın ve Suriye’nin karasularından geçmek söz konusu olmadığı sürece). Ne var ki Kıbrıs 1974 yılından (adayı Yunanistan’a bağlamayı amaçlayan bir darbeye tepki olarak yapılan Kıbrıs Harekatı’ndan) beri ikiye bölünmüş bir ülkedir. Rum ve Türk tarafları anlaşmadıkça, İsrail ile (Güney) Kıbrıs arasında bir anlaşma yapılması söz konusu olamaz (17). İşte bu nedenle ABD’nin de baskısıyla Şubat 2014’te iki tarafın arasında kapsamlı bir anlaşmaya varılması amacıyla tekrar görüşmelere başlandı.
Bu altı gözlemden aşağıdaki irdelemeye varmak mümkün.
Bölgede “ispatlanmış” rezervlere sahip olan tek ülke olarak, İsrail güçlü pozisyondadır.
Ekonomik açıdan bakıldığında İsrail’in Türkiye ve Kıbrıs’la anlaşmasının, sonrasında da anlaşmanın ilgilenen AB ülkelerine genişletilmesinin, hem İsrail ve Türkiye için, hem de AB’ye olan borçlarını ödeyebilmek için paraya ihtiyacı olan Kıbrıs için bir “kazan-kazan” senaryosu oluşturduğu açık. Doğalgaz tedariklerini – fiyatını da düşürerek – çeşitlendirecek AB ülkeleri için de bir “kazan-kazan” durumu söz konusu. Son olarak, Rusya ile gerginliğin artmakta olduğu şu zamanlarda bölgedeki müttefiklerinin istikrara katkıda bulunmaları ABD’nin de yararınadır.
Görüldüğü gibi, bu “kazan-kazan” senaryolarının gerçekleşmesi Kıbrıs’ta iki taraf arasında varılacak bir anlaşmaya bağlıdır. Böyle bir anlaşma, ek olarak, NATO üyeleri Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerginliğin giderilmesi ve Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki gerginliğin azaltılması gibi göz ardı edilemeyecek avantajlar da sağlayacaktır.
Ancak sözkonusu Ortadoğu olunca, olumsuz senaryoların her zaman göz önünde bulunması gerektiğini de biliyoruz. Örneğin, Kıbrıs’ta görüşmeler başarısızlıkla sonuçlanabilir; İsrail ile Lübnan arasında “münhasır ekonomik bölge” olarak adlandırılan “ekonomik suların” tartışmalı sınırlarında çatışma çıkabilir (18); bölgedeki kuvvetler dengesini bozabilecek bir silahlanma yarışına gidilebilir (İsrail donanmasının doğal gaz rezervlerini koruyabilmek için güçlenmekte olduğu şu sıralarda, Türkiye’nin de Aralık 2013’te İspanya’ya bir milyar Dolar karşılığında bir uçak gemisi ısmarladığını biliyoruz) (19). Özetle, riskler göz ardı edilemez.
Sonuçta sorulması gereken soru şudur: Türkiye ve İsrail’in ortak ekonomik çıkarlarının gerektirdiği pragmatizm, liderler düzeyindeki güven eksikliğinin üstesinden gelebilecek mi? Bu soruya iyimser bir cevap iki nedenle mümkün gözüküyor: 1. İsrail, Ürdün ve Filistin Özerk Yönetimi ile “bile” bağlayıcı doğal gaz anlaşmalarına imza atmış durumda. 2. Son aylarda güvenlik alanında ortaya çıkan yeni bir etken, iki tarafı da reel-politik’e, yani pragmatizme, itecek nitelikte: hem Türkiye’yi hem de İsrail’i tehdit eden Suriye’li cihatçı terör riski.
Son olarak, İsrail’de Mart ayında düzenlenen bir kamuoyu araştırmasına göre İsrail halkının %73,8’i Ortadoğu’daki gelişmelerden dolayı Türkiye ile “ilişkilerin iyileştirilmesinin önemli olduğu” görüşünde (20). (Benzer bir Türk kamuoyu araştırmasını bulmak mümkün olmadı.)
6.   Kriz sırasında ekonomik ilişkiler ve turizm
Savunma sanayii anlaşmaları ve turizm dışında, iki ülke arasındaki ticaret son yıllarda yaşanan kriz durumundan etkilenmedi. Aksine, ticaret hacmi ilerledi. Gerçekten de, 2010 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 3,5 milyar Dolar’ken, bu rakam 2013 yılında 5,1 milyar Dolar’a yükseldi. 2013 yılının sonunda Türkiye İsrail’in 6’ncı en büyük ihracat durağı oldu (21).
Turizm sektörü ise Mavi Marmara olayından önemli derecede etkilendi: 2008 yılında Türkiye’ye 560.000’den fazla İsrail’li turist (her 13 İsrail’liden biri) tatile gelmişken, bu rakam 2012 yılında 84.000’e indi. Ancak, 2013 yılının ortasından itibaren rakamların yükselmesiyle eğilim değişmeye başladı (her nekadar rakamlar 2010 yılı öncesinden oldukça düşükseler de) (22). Son aylarda, İsrail işçi sendikaları Türkiye’ye seyahat boykotuna son verdiklerini bildirdiler (İsrail’de sendikaların iç ve dış turizmi teşvikte önemli rolleri bulunuyor). İsrail basınında çıkan bir habere göre bu sene Pesah (Hamursuz) bayramı için Türkiye’ye rezervasyonlar geçen seneye oranla %100 artmış bulunuyor (23). Tel-Aviv’in Ben Gurion Havalimanında Türk Hava Yolları’nın El-Al’dan sonra en fazla yolcu taşıyan havayolu olduğunu biliyoruz. Son olarak, El-Al’in bu yaz Türkiye seferlerine tekrar başlayacağı haberi Türk ve İsrail basınında duyuruldu. El-Al altı sene önce güvenlikle ilgili sorunlardan dolayı Türkiye’ye uçuşlarını durdurmuştu (24).
***
(1)   Efraim İnbar, The Resilience of Israeli-Turkish Relations (İsrail-Türkiye İlişkilerinin Esnekliği), sayfa 591: http://www.biu.ac.il/SOC/besa/efraim inbar/Oct2005.pdf
(2)  Eylül 2011’de Birleşmiş Milletler’in Palmer Raporu’nun Gazze ablukasını yasal bulması üzerine
(8)  Turkey sidelined by its Arab Spring policies  (Türkiye’nin Arap Baharı politikaları sonucunda dışlanması): http://www.al-monitor.com/pulse/politics/2014/03/turkey-arab-spring-syria-policies-sidelined. html# 
(9)  Türk Musevi Cemaati yetkililerinin, İsrail’in ve ABD’deki İsrail yanlısı lobi örgütlerinin Ermeni sorununa ilişkin rolleri hakkında, Bkz. Laurent – Olivier Mallet : La Turquie, les Turcs et les Juifs (Türkiye, Türkler ve Museviler), İsis Yayınları, İstanbul, 2008. Sayfa 415-429
(10)                      Le bassin du Levant et Israël - une nouvelle donne gėopolitique ?(Doğu Akdeniz Havzası ve İsrail – yeni bir jeopolitik olgu mu?)http://www.voltairenet.org/article174058
(11)                       Gisements de gaz israėliens : le début d’une révolution (İsrail doğal gaz kaynakları: bir devrimin başlangıcı): http://siliconwadi.fr/8191/le-gaz-en-israel ve Les Dividendes pour la paix du gaz israélien (İsrail doğal gazının barış getirisi): http://www.lemonde.fr/idees/article/2013/08/07/les-dividendes-pour-la-paix-du-gaz-israelien 3458664 3232.html
(12)                       İsrail’in 2014 yılının başında doğalgaz ihracatı anlaşmaları imzaladığı Filistin Özerk Yönetimi’nin ve Ürdün’ün dışında
(13)                       İsrail gazı 2017’de Türkiye’ye geliyor:http://haber.gazetevatan.com/israil-gazi-2017de-turkiyeye-geliyor/610737/2/Ekonomi
(14)                       Gas Politics After Ukraine (Ukrayna’dan sonra doğalgaz politikaları):http://www.foreignaffairs.com/print/137540 vehttp://fr.euronews.com/2013/12/17/le-gaz-de-shah-deniz-ii-l-accord-d-investissement-ouvre-la-voie-des-livraisons-/
(15)                        Chypre : la paix en échange de l’exploitation du gaz en Méditerranée ? (Kıbrıs: Akdeniz’de doğal gaz karşılığında barış?):http://www.rtbf.be/info/economie/detail chypre-la-paix-en-echange-de-l-exploitation-du-gaz-en-mediterranee?id=8203693 ve İsrail gaza geliyor:http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/25831745.asp
(16)                       10 bids for Leviathan export tender to Turkey (Türkiye’ye Leviathan ihracatı için 10 ihale): http://www.globes.co.il/en/article-10-bids-for-leviathan-export-tender-to-turkey-1000926526
(17)                       Uluslararası deniz hukukuna göre, petrol ve gazın bulunduğu bölgeyle ilgili herhangi bir siyasi sorunun bulunmaması gerekir:http://ekonomi.haberturk.com/makro-ekonomi/haber/125470-akdenizi-karistiracak-kesif ve daha kapsamlı bilgi için: http://www.ankarastrateji.org/yazar/prof-dr-ercument-tezcan/kibris-adasi-aciklarinda-petrol-ve-dogalgaz-arama-faaliyetleri-kapsaminda-ortaya-cikan-krizin-hukuki-ve-siyasi-boyutlari/
(18)                       Lübnan – İsrail karasuları anlaşmazlığı: http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=85241
(19)                       Turkey’s new carrier alters eastern Mediterranean security and energy calculus (Türkiye’nin yeni uçak gemisi Doğu Akdeniz’de güvenlik ve enerji hesaplarını değiştiriyor): http://www.ipost.com/Opinion/Op-Ed-Contributors/Turkeys-new-carrier-alters-eastern-Mediterranean-energy-and-security-calculus-340352
(20)                      30-31 Mart 2014 tarihlerinde Tel Aviv Üniversitesi’ne bağlı Evens Merkezi’nin gerçekleştirdiği kamuoyu araştırması
(21)                       La Turquie pourrait redevenir la destination favorite des touristes israéliens (Türkiye tekrar İsrail’li turistlerin bir numaralı tercihi olabilir):http://www.israel-infos.net/article.php?id=10075
(23)                       http://www.haaretz.com/news/national/.premium-1.581713
YAZAR HAKKINDA:
İstanbul’da doğup çok dilli bir ailede büyüdüm ve önce New York’a sonra da Paris‘e olmak üzere iki kez göç ettim. Bu göçler sayesinde, hem “yabancı” (Amerikan, Fransız, “Batı”) kültürleri içeriden tanıma, hem de kendi kültürlerime dışarıdan bakma fırsatını buldum.
Columbia Üniversitesi’nde endüstri mühendisliği yüksek lisansıyla başlayan sekiz senelik New York hayatım, bir demokraside halkın iyi bilgilenmesinin ve kaliteli bir gazeteciliğin önemini yakından gözlemleme fırsatı da oldu.
Yaklaşık 20 sene önce Paris’e yerleştim ve halen büyük bir Fransız şirketinde operasyonel risk yönetiminden sorumluyum.
Son yıllarda, hem dernek bağlamında konferans organizasyonları, hem de kişisel bağlamda yazdığım yazılarla edindiğim tecrübelere dayanarak blog yazarlığı yapmaya başladım.
 www.alfandar.fr blogumda, dört kültürlü bir toplum gözlemcisi olarak, yazılı basınını düzenli olarak takip ettiğim Türkiye, İsrail, ABD ve Fransa’daki gelişmelerle ve bu ülkelerin “kendine has”lıklarıyla ile ilgili yeni perspektifleri paylaşmayı amaçlıyorum.
RAFAEL SADI

[hasturktv] 20/05/14 Türkiye – İsrail ilişkilerinde durum MİCHAEL ALFANDARİ -HASTURKTV.COM‏_Rafael Sadi arvisadi2@gmail.com [hasturktv]_

Posted by: Rafael Sadi <arvisadi2@gmail.com>

1 Mayıs 2014 Perşembe

REGAİP KANDİLİ (01/02 MAYIS 2014)

Bu gün kandil...‏
D. Ali ERCAN Prof. Dr.
KANDİL(ing. CANDLE) = MUM demektir...
Değerli arkadaşlar, Bu gün İslam aleminin Regaip kandili (Recep-2) kutlanıyor. Diyanet tarafından hayli kafa karıştırıcı açıklamalarla anlatılsa da, gerçekte bu gece geleneksel olarak Peygamber Muhammedin ana Rahmine düşüşünün, kutlandığı gecedir. Mevlid  (Rebiülevvel-11)  ise yine Peygamberin Doğumunun ışıklarla, mumlarla kutlandığı gecedir.                              
Bunların dışında 3 kutsal gece daha var kandillerle kutlanan; 
Mir'ac (Recep-26) atı Burakla Tanrının yanına yükseliş gecesi, 
Kadir gecesi (Ramazan-26) Kur'an'ın  vahy edilişinin başlangıç gecesi ve 
Berat  (Şaban-14) ise Günahların affedildiği, temize çıkarıldığı (ibra edildiği) gecedir.
Kuledeki  40m x 40m boyutlarındaki saat
Dünyanın en büyük saatidir.
Dikkat ederseniz kutlamalar gün değil, hep gece oluyor. Çünkü Araplar Güneş takvimi değil, Ay Takvimi kullanıyorlardı ve İslam öncesi Arapların en büyük Tanrısı da Ay Tanrısı idi (Al-İlah)  Hemen tüm  İslam Dünyasında "Hilal" standart bir simgedir.. Bu gün Mekke'de Kabe'nin hemen yanı başında, eski Osmanlı yapımı Ecyad Kalesinin yerinde inşa ettirilen 15 bin kişilik büyük otel kompleksinin tepesinde 30 ton ağırlığında Hilal şeklinde bir AY ve altında Al-lah yazısı var.  
Kuledeki  40m x 40m boyutlarındaki saat Dünyanın en büyük saatidir.
Arapların kullandığı ay takvimi (Kameri Takvim) Güneş takviminden yaklaşık 11 gün daha kısa, 354 günlük bir takvimdir.  (Tam olarak Güneş takviminden 10 gün 20 saat 58 dakika 36 saniye daha kısa) Bu takvime göre Peygamberin ana Rahmine düşüşü (2.7) ile Doğumu (11.3) arasında 246 gün = 35 hafta var... Normal gebelik süresi 40 hafta olduğuna göre ya burada bir yanlışlık var, ya da Arap geleneklerinde 'Rahime düşüş' algısı Ceninin 5 inci haftadan sonraki durumuna (muhtemelen Ruhun bedene girişine- embriyo halinden fötus haline geçiş dönemine ??) atfediliyordu... 
Bu kandiller içerisinde en ilginç olanı, muhakkak ki Mir'ac öyküsüdür; Zamanı geldiğinde (26 Mayıs.2014) onu da sizlerle paylaşacağım. æ
AYNI GÜNLERDE DÜNYANIN BİR BAŞKA YERİNDE (ERİVAN/ERMENİSTAN) İNSANLIK DÜŞMANLARI VE SOYKIRIM SUÇLULARI "İNSANLIK VE İSLÂM'IN SEMBOLÜ" AY YILDIZLI BAYRAĞA NE YAPIYORLAR?....

"KAHHAR" İSMİYLE KAHROLSUNLAR
KÖTÜLERİN ALLAH (CC) BİN TÜRLÜ BELÂSINI VERSİN.