DEMOKRATİK
ATATÜRKÇÜLÜK
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Atatürk’ün
eseri olan Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü
yılına yaklaşırken , eskiden olduğu gibi gene
Atatürkçülük tartışmaları ile
uğraşmakta ve her geçen gün
ortaya çıkan yeni durumlarda Atatürk
yaşasaydı şöyle davranırdı , ya da Atatürk böyle yapardı gibi ahkam kesmeler
sürüp gitmekte ,Türk toplumunun bütün fertleri bir türlü ortak bir Atatürkçülük
üzerinde anlaşmaya varamamaktadır . Büyük Atatürk’ün söylev ve demeçleri tek
tek incelendiği zaman , hemen hemen her konuda bir devlet adamı olarak duygu ve
düşüncelerini ifade ettiği görülmekte ,bir ulus devlet kurucusu önder olarak ,Türk ulusuna her alanda gerçekleri söyleyerek yön göstermeğe çalışmıştır .Durum ve
koşullara göre değişen ortamlarda farklı görüşlerini dile getirmekten
çekinmeyen Mustafa Kemal ,bir siyaset ve devlet adamı olarak görüşlerini her fırsatta ifade ederek ,
Türkiye’de bir ulusal bilincin üst düzeyde
oluşmasına çaba göstermiştir .Bu
nedenle , düşüncelerini ifade etmekten çekinmeyerek , dünyaya Türkiye’den ,ya da başkent Ankara’dan bakışın
yansımalarını kendi ulusu ile paylaşmağa
çalışmıştır . Çok okuyan bir siyasetçi olarak , çeşitli kaynaklardan öğrendiklerini ve bilgilerini ,Türk kamuoyu ile paylaşmağa öncelik
vermiştir .
Atatürk’ün
söylev ve demeçleri incelendiği zaman birbiriyle çelişmeyen ama birbirini
tamamlayan görüşler geliştirmeğe çalıştığı
anlaşılmaktadır . Siyasetin tam göbeğinde her gün çeşitli olaylar ile boğuşurken bile
genel doğrularını ve yönlerini korumağa çalışmış,hiçbir zaman bunları geride
bırakarak farklı çizgilerde yaklaşımlar ortaya koymamıştır .Yaşanan anın ve
içinde bulunulan koşulların getirmiş olduğu farklı durumlarda bile ,
Atatürk’ün kendisiyle çelişmediği
görülmekte ve bu doğrultuda inançlı ve
kararlı bir tutum ile gerçeklerle yüz
yüze gelerek söylev ve demeçlerini
sürdürmüştür . Atatürk ile ilgili bütün kayıtlar ,belgeler ve dokümanların
yayınlanmış olduğu bu aşamada , Türk
devletinin kurucusunun bütün sözleri yeniden didik didik edilerek ,Atatürk’e
saldırı için bazı karşıt merkezler ellerinden geleni yapacaktır . Ne var ki ,
aradan uzun yıllar geçmesine rağmen ,Atatürk’ün
söz ve yazılarının belirli bir bütünlük oluşturduğu gözlemlenmekte ve bu
bütünlük içinde de ortaya izlenen çizginin tutarlılığı çıkmaktadır .
İmparatorluğun yıkılma döneminde asker olarak orduda görev yapan bu büyük
önder , cihan savaşı sonrasında bir de
ulusal kurtuluş savaşı vererek bütün
dünyayı şaşırtmış ve batının büyük
emperyalistlerine meydan okuyarak , geleceğe dönük genç bir cumhuriyet rejimi kurmuştur . Yaşamının her döneminde
çeşitli yazıları ve sözleri ile geriye büyük bir malzeme bırakmış olan Mustafa
Kemal’in bıraktıkları ,yeni nesiller
için büyük bir miras olarak Türk
gençliğine yön göstermektedir . Devletin kuruluşunda ,kurucu önder tarafından
oluşturulan ulusal çizgi ;hem Türk gençliği ,hem de Türk ulusu için büyük bir anlam
taşımakta ,ülkenin birliği ve bütünlüğünün korunabilmesi , devletin güçlü bir biçimde varlığını sürdürerek yoluna devam edebilmesi açısından , uyulması gereken
tutum ve davranışlar ile ,çeşitli hukuk
ve ahlak kurallarının büyük önderin
büyük bir mirası olarak her geçen gün daha fazla anlam kazanmaktadır .
Atatürk’ün
söylev ve demeçleri , Atatürk’ten sonraki dönemlerde izlenecek yol ve
yöntemlerin belirlenebilmesi açısından önem kazanmıştır . Atatürk yaşarken ,
onun yönetimi altında bir araya
gelebilen Türk ulusu ,Ata’sını yitirdiği zaman öksüz kalmış,büyük bir boşluğa
sürüklenmiş ama daha sonra toparlanarak
, büyük önderin izinden yürümeğe karar vermiştir . Atatürk varken ,
Atatürkçülük diye bir akım ya da düşünce biçimi yoktu ,Atatürkçülük Ata’nın
yitirilmesinden sonra bir ulusal akım olarak çıkmıştır . Türk ulusu
,devletini kuran Atatürk’ü
yitirdiği andan itibaren ,O’nun izinden gitmeğe başlamış ,Atatürk’ten geri kalan
yazılı malzeme ve belgeler Atatürk ile ilgili
arşiv kaynakları olarak , ülkenin önde gelen kamu kurumları tarafından
incelenerek ve üzerlerinde bilimsel
çalışmalar yapılarak , gelecek kuşaklara
daha sistemli bir Atatürk birikiminin yansımasına çalışılmıştır . Başta Türk Tarih Kurumu olmak üzere , Türk Dil Kurumu ,
Ankara ve İstanbul Üniversiteleri ve
diğer bilimsel kuruluşlar Atatürk’ten Türk ulusuna kalan
tarihsel birikimin iyi bir değerlendirmesini yaparak , Türk ulusunun
gelecekte de Ata’sının izinden gitmesi için çaba göstermişlerdir . Böylece ,
devletin resmi kurumları ile ülkenin önde gelen kamu kurumları , devlet kurucusu öndere sahip çıkarak ,O’nun
bıraktığı yerde O’nun izinden gidilmesini sağlayacak bir Atatürkçülük görüşü
oluşturmuşlardır . Her devletin kuruluş aşamasında görülen geçiş
dönemlerinde , devletlerin kurucu önderlerine bağlı kalarak O’nun izinden
gidilmesini sağlayacak kurumsal adımlar attığı ve daha sonraki aşamada da
kurucu önderden kalan her türlü mirasın kurumlaştırılması için yeni
yapılanmalara gidildiği görülmüştür . Türkiye Cumhuriyeti de yeni kurulmuş olan
genç bir devlet olarak, geleceğe dönük bir kurumlaşma aşamasına geçtiği noktada
, devletlerarası rekabet düzeni içinde ayakta kalabilmek ve varlığını gelecek
dönemlere taşıyabilmek amacıyla , kurucu
önderden kalan söz ve yazılı malzemeler doğrultusunda bir resmi görüşün oluşturulması için girişimlerde bulunmuş ve çalışmalar
yürütmüştür
Atatürk
bir kurucu önder olarak devletin öncüsü olduğu gibi ,bir de ulusal kurtuluş savaşı kazanmış komutan olarak aynı zamanda ulusun da
kahraman lideri idi . Türkiye
Cumhuriyeti devleti kurucusunun izinden giderek kendine göre resmi bir Atatürkçülük görüşü geliştirirken ,
Türk ulusu da kendisini var eden ulusal kurtuluş savaşının muzaffer başkomutanının izinden gitmeğe karar veriyor ve bu
doğrultuda çeşitli örgütlenmelere yönelerek , Atatürk’ten kalan birikim
doğrultusunda O’nun izinden gidilmesini sağlayacak bir ulusal yolu gene
Atatürkçülük olarak benimsiyordu . Bir tarafta devlet kurucusundan sonrası için
O’nun yolunda örgütlenirken , ulusal toplum da
kendisini var eden kahramanın
çizgisinde yoluna devam edebilmek üzere
yeniden yapılanarak uygar dünya
içerisindeki yerini alıyordu . Birinci dünya savaşı sonrasının soğuk savaş
yıllarında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti , hem iki siyasal kutup arasında
kalıyor hem de dünyanın merkezi coğrafyasının tam ortalarında Müslüman bir bölgenin içinden laik bir devlet
olarak dünya sahnesine çıkıyordu . Böylesine kritik bir bölgede ve tarihin en
zor dönemlerinden birisinde Türkiye Cumhuriyeti gibi ulusal,üniter ve merkezi
bir laik devletin oluşturulabilmesi , ancak
Atatürk gibi güçlü bir komutan ve devlet adamının dehası ile mümkün
olabiliyordu . Kapitalist ve sosyalist devlet modellerini redederek yola çıkan
Kemalist hareket aynı zamanda İslam dünyasının tam ortasında bir de laik devlet
oluşturarak diğer devletlerden apayrı bir yol izliyordu . Kapitalizm ya da
sosyalizm felsefe olarak red edilirken , İslam dini toplumsal bir gerçek olarak
kabül ediliyor ama devlet yapılanması
,ülkenin içinde bulunduğu jeopolitik
koşullar dikkate alınarak laik bir model olarak tamamlanıyordu . Hiçbir modele ya da ideolojiye dayanmayan bu farklı yapılanma ,
Türklerin dünyanın ortalarında kendine özgü
bir yol izleyerek bağımsızlık düzenine kavuşmasını gündeme getiriyordu
.İşte bu tavır , yeni Türk devletinin kendine
özgü bir yoldan ilerlemesinin önünü açıyor ve kurucu önderin ortaya koymuş
olduğu çizginin geleceğe dönük bir süreç içinde süreklilik kazanmasına giden
yolu açıyordu . Sosyalizm ve Kapitalizmin red edildiği ülkede izlenen farklı
yol zaman içerisinde batılılar tarafından Kemalizm olarak adlandırılıyordu .
Atatürk sonrasında O’nun yolundan
gitmenin adı da Atatürkçülük olarak belirleniyordu .Atatürk sonrası dönemlerde
böylece , hem devlet hem de ulus kurucu
önderlerinin izinden giderek Atatürkçü bir çizgi içinde geleceğe dönük bir
biçimde ilerliyorlardı .Bugün çok
tartışılan Atatürkçülük tarihsel anlamda
böylece gün yüzüne çıkıyordu.
Türkiye
Cumhuriyeti, Atatürk sonrası zaman
dilimi içinde çeşitli dönemlerle karşı karşıya kalıyor ve yılların ilerlemesi
karşısında ayakta kalabilmek amacıyla bir var olma mücadelesi içine giriyordu .
Bu nedenle de her dönemin farklı koşullarına göre uyum sağlayabilen bir
Atatürkçülük anlayışı geliştirildiği için ,Atatürkçülük denilen siyasal akım ya
da düşünce çizgisi giderek birbirinden
farklılıklar arz eden değişik tutum ve
davranışların adı olmak durumunda kalıyordu .Değişen dönemlerin kendine özgü
koşullarında , devletin resmi kurumları
ya da toplumun önde gelen ulusal kuruluşları
çalışmalarını sürdürürken , gene Atatürkçülük adına hareket ediyorlar ve
büyük önderden kalan birikimi değerlendirmeğe çalışırlarken çok farklı eylemlere kalkışabiliyorlar, ya da
yepyeni bir yaklaşımı Atatürkçülük adına
gündeme getirerek uygulama alanında
eylemlere girişebiliyorlardı .Tek parti
döneminde Milli Şef Atatürkçülüğü ,Demokrat Parti döneminde liberal bir Atatürkçülük ,dinci kesimlere ödünler verilmesini gündeme
getirince laik kesimlerde tepkisel bir
Atatürkçülük gelişiyordu . Bunu izleyen
yıllarda ortaya çıkan 27 Mayıs döneminde de, bu kez askeri bir
içerik kazanan yepyeni bir Atatürkçülük anlayışı ileri sürülüyordu . . Yeni bir
anayasaya kavuşan Türkiye’de bu durumdan
yararlanmak isteyen sol akımlar çok etkili çalışmalar yapınca ve bu gibi etkinlikler sokağa dökülünce ülkede anarşi ve terör olayları birbirini
izliyor ve bu duruma tepki olarak daha tutucu bir çizgide merkez sağda yer alan
daha katı bir Atatürkçülük anlayışı ortaya çıkıyordu . Soğuk savaşın son
dönemlerinde ,Sovyetler Birliği Türkiye üzerinde etkisini artırmağa başlayınca
, bu kez batılı ülkeler sol hareketleri
terörize ederek ,Türkiye’nin kamp değiştirmesini önlemeğe çalışıyorlar ve
bu durumda Atatürkçülük daha katı ve
askeri bir siyasal çizgi haline getiriliyordu .
İki
kutuplu dünya koşullarından yararlanarak Türkiye’ye yerleşen batılı emperyalist
ülkeler ,sistemin bekçisi olan Nato’yu çok etkili bir biçimde Türkiye’de örgütleyince ,artık
Atatürkçülük Nato’nun eline geçiyor ve
Türk ordusunu bütünüyle Atlantik emperyalizmine bağımlı kılma sürecinde Natoculuk Atatürkçülük olarak ifade edilmeğe
başlanıyordu . Atatürk’ün antiemperyalist kimliği göz ardı edilerek , komünizm
düşmanı ve sol karşıtı bir çizgide Nato’cu Atatürkçülük örgütleniyor ve bu
doğrultuda iki ara dönem askeri müdahaleler ile gündeme getirilince ,Nato’cu
olmayan Atatürkçüler devletten ve toplumdan tasfiye ediliyorlardı . Sovyetler
Birliğinin dağıtılması sürecinde , Türkiye tam anlamıyla bir Nato darbesi
ile askeri rejime kaydırılınca gerçek
Atatürkçüler devlet,üniversite ve basın gibi ülke yaşamını birinci derecede
etkileyen merkezlerden uzaklaştırılıyorlardı .Natoculuk Atatürkçülük haline
getirilince , ülkedeki b.ütün antiemperyalist kadrolar işten atılıyor ya da
emekliye sevkediliyorlardı . 27 Mayıs müdahalesi sırasında ordudaki bütün
Atatürkçü subayların Eminsu adıyla tasfiye edilmesinden sonra ,Türk Silahlı
Kuvvetleri Atatürkçülük adına bütünüyle
Nato’nun güdümü altına giriyordu.İşte bu aşamadan sonra sırayla gündeme gelen
I2 Mart ve I2 Eylül müdahalelerinin ikisi de Atatürkçülük adına devreye giriyor ve Türkiye’nin daha fazla
Nato ile ABD kontrolu altına girmesine
giden yol açılıyordu . Emperyalizm karşıtı bir çizginin temsilcisi olan
Atatürk adına geliştirilmiş olan
Atatürkçülük akımı sonunda Nato ve ABD üzerinden emperyalizme teslimiyetin ideolojisi haline
getiriliyordu .Anti-emperyal çizgi emperyalizm işbirlikçiliğine
dönüştürülürken, gene bunun Atatürkçülük adına sahneye sürülmesi toplumda çok
büyük tepkilere yol açıyordu . Tümüyle bir Nato manevrası olan !2 Eylül rejimi
devam ederken ,buna tepki olarak ülkenin laik ve çağdaş kesimlerinde bir
Avrupacılık akımı gündeme getiriliyor ve bu Avrupacılık da gene Atatürkçülük
adına Türk toplumuna benimsetilmeğe
çalışılıyordu . ABD baskısı altına giriş Nato üzerinden Atatürkçülük olarak
lanse edilirken , bu kez de Avrupa sömürgesi olmak doğrultusunda bir
Avrupacılık akımı gene Atatürkçülük olarak Türk ulusuna empoze ediliyordu .
Avrupa Birliği’ne üyelik hayalleri altında Atatürk Cumhuriyeti dağılmağa doğru
zorlanıyor ve Atatürk’ün eserini ortadan
kaldıracak bu durum gene Atatürkçülük adına öne sürülüyordu . Bu kadar büyük
çelişkilerin ve farklı tutumların Atatürkçülük adına sürekli olarak kamuoyunda
canlı tutulması Türk halkı üzerinde çok olumsuz yansımalara neden oluyor ve halk
kitleleri bu gibi saptırmalara karşı
giderek artan tepkisini seçimlerde gündeme getirerek , her genel seçimde
bir başka partiye en fazla desteği
veriyordu .
Türkiye
sahip olduğu özel konumu ve son derece
kritik jepolitik durumu nedeniyle sürekli olarak emperyal güçlerin
çekişme alanı haline getirildiği için , Osmanlı İmparatorluğu sonrasında onun
yerini alan Türkiye Cumhuriyetinin
durumu her değişiklik gösterdiği
aşamada bir başka Atatürkçülük yorumu öne çıkarılmıştır . Atatürk’ün söz ve
demeçlerinden yapılan çeşitli derlemeler ile , hem orta sağ da hem orta solda ,
hem de merkezde yer alan birbirinden çok farklı Atatürkçülük anlayışları geliştirilmiştir .Bu yüzden Türk
halkının kafası karışmış ,düzenli ve
istikrarlı bir Atatürkçülük çizgisi sürekli olarak gündemde tutulamadığı
için her döneme uygun bir Atatürkçülüğü
iç ve dış çıkar çevreleri kendi kontrolları altındaki basın ve medya organları
aracılığı ile kamuoyuna taşıyarak
,değişen koşullarda çıkarlarını en iyi koruyacak bir esnekliği göstermişler ama
her defasında başka bir tür Atatürkçülüğü öne sürmeleri nedeniyle hem Atatürk’e
hem de Atatürkçülüğe fazlasıyla zarar vermişlerdir . Atatürk’ün büyüklüğü her
geçen yıl yaşanan olaylar karşısında daha da
genişlemesine rağmen , iç ve dış çıkar çevrelerinin oportünist yaklaşımlarının Atatürkçülük
olarak yansıtılması nedeniyle , Türk ulusunun kurucu önderinden kalan miras ve
siyasal çizgi fazlasıyla zarar görmüştür . Kendi çıkarları doğrultusunda sahte
bir Atatürkçülük imal eden iç ve dış çıkar çevreleri ,ülke ve devlet yönetimine
ekonomik güçleriyle el koyabilmişler ve
Türk halkının ulusal çıkarlarına ters düşecek bir yolda kendi hegemonya düzenlerini oluşturmuşlardır
. Türk ulusunu var eden siyasal birikim zamanla iç ve dış çıkar çevrelerinin siyasal
çizgisi haline gelmiş ve bu çevrelerin hegemonya düzenini kurma yolunda Atatürkçülük çok ciddi boyutlarda istismar
edilerek Türk ulusu ve halk kitleleri
karşıya alınmıştır . Türk halkını Atatürk’ten uzaklaştırmak için her türlü
atraksiyon yapılmış, neredeyse Atatürk
ve Atatürkçülük halk düşmanı olarak ilan edilen bir aşamaya gelinmiştir .Türk
ulusunu ve Türkiye Cumhuriyetini var eden bir ulusal önderin halk ile karşı karşıya getirilmesi
emperyalizmin bir oyunu olarak tezgahlanmış ,
işbirlikçi cemaatlar üzerinden
din siyasal bir silah olarak kullanılarak Atatürk bazı çevrelerce açıkça din düşmanı gibi ilan
edilebilmiştir . Aşırı dinci çevreler , Atatürk heykellerine saldırıda
bulunmaları için kışkırtılabilmişlerdir
.
Soğuk
savaşın bitmesi üzerine kendiliğinden yeni bir dönem başlarken ,dünyanın
merkezini Asya ve Avrupa güçlerine
kaptırmak istemeyen Atlantikçi ve Siyonist güçler , Atatürk’ün ülksini ele
geçirerek bu ülke üzerinden geliştirdikleri
siyasal senaryoları devreye sokmağa başlamışlar ve bu gibi girişimlerin
sonucunda Türkiye’de devlet ve toplum
düzeni ile beraber toplumun önde gelen
kesimlerinin bir çoğu alt üst olma
süreçlerine zorlanmışlardır . Sosyalist dünyaya karşı önceden
Türkiye’yi soğuk savaş stratejileri içinde
kullanmağa alışan Atlantik emperyalistleri , Siyonistleri de yanlarına alarak
merkezi coğrafya fethine çıktıkları aşamada artık Atatürkçülüğe gereksinimleri
kalmamış ,bu kez daha geniş kitleleri
yönlendirmek ve daha büyük coğrafyalara egemen olabilmek doğrultusunda acıkca
dini kullanan strateji ve politikalara angaje olmuşlardır . Soğuk savaş dönemin
Atatürkçülüğü bin bir çeşidiyle kullanmağa kalkışan emperyalizmin artık Atatürk ve Atatürkçülük’ten vazgeçerek Türkiye’ye anti Atatürkçü politikaları
empoze etmeğe başlamaları üzerine , Türk halkında bu ters gidişe karşı ciddi
bir gerçek Atatürkçülük duygusu uyanmağa
ve zamanla gelişerek toplumun çeşitli
katmanlarında yaygınlık kazanmağa başladığı görülmektedir . Böylesine bir
ulusal tepki doğal olarak gelişirken , bu durumun siyasal alana yansımasını
önleyebilme doğrultusunda başka mekanizmaların devreye sokulduğu
görülmekte toplum üzerinde baskı ve
korku salan sert politikalar birbiri
ardı sıra öne çıkarılarak toplumsal
muhalefetin önü kesilmeğe çalışılmaktadır . Muhalfetteki başlıca partilerin ele
geçirilmesi ve bağımlı politikalara angaje olmaları yüzünden halk kitlelerinin
beklentilerine karşılık veremedikleri görülmekte ve Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü
yılına yaklaşırken , tıpkı kuruluş yıllarında olduğu gibi yeniden tek partili
bir rejime mahkum edilmektedir . Sürekli olarak demokrasi adına yürütülen
girişimlerin sonucunda Türkiye’nin ileri
demokrasi adına tek partili rejime
mahkum edilmesi çok ciddi bir çelişki olarak öne çıkmıştır .
Atatürk’ün
devlet modeli ortadan kaldırılırken , Atatürk’ün partisinin bu duruma seyirci
kaldığı görülmekte , ulus devlet ortadan kaldırılırken , milliyetçi olduğunu
söyleyen parti bir emperyal proje olan
Büyük Orta Doğu projesi doğrultusunda atılan adımları meclis grubu ile açıktan destek olmaktadır .
Meclisteki iki muhalefet partisinin pasif ve teslimiyetçi politikalara iç ve
dış baskılar sonucunda angaje olmaları nedeniyle ,Türk halkı bu partileri siyasal alternatif olarak
görememekte, tek tek bağımsızlar ile meclise giren bölücü partiyi ise hiçbir biçimde seçenek görmediği için sürekli
olarak barajın altında bırakmaktadır .
Küresel emperyalizmin .
Türkiye’ye dayatmış olduğu yeni plana göre , Türklerin ulusal,üniter,merkezi ve
laik devlet modellerini yitirmeleri söz konusudur . Böylesine olumsuz gidişe
karşı Türk ulusunun izlemesi gereken yol
gerçek bir Atatürkçülük çizgisidir . Ne var ki , Atlantikçi güçlerin emperyal
çıkarları yüzünden ara rejimlerin ve askeri yönetimlerin Atatürkçülük adına getirilmesi Türk halkında
çok büyük bir güven bunalımı yaratmıştır . Bu yüzden yıpranmamış lider ve
kadroların öncülüğünde yeni bir Atatürkçü harekete gereksinme duyulmakta ve bu duygu her geçen gün daha da
yükselmektedir . Atatürk’ün Türk halkının gerçek temsilcileriyle kurmuş olduğu
bir siyasal partinin Atatürkçülüğü Türkiye’den silmek isteyen
emperyalizm işbirlikçisi kadroların eline geçmesi son derece düşündürücüdür . Ulus devlet tasfiye edilirken bazı bölgesel plan ve
projelere milliyetçi olduğunu söyleyen
bir partinin alet olması da fazlasıyla
üzücü bir durumdur . Eskiden Atatürkçülüğü kullanan kesimlerin , günümüzde
bütünüyle bir Atatürk ve Atatürkçülük tasfiyesine yöneldiği bir aşamada ,gerçek
anlamda bir Atatürkçü partiye olan gereksinme giderek büyümektedir . Ayrıca ,
uçlarda ya da kenarlarda keskin politikalar yapan bazı marjinal partilerin
de sadece devrimcilik ilkesini öne
çıkaran bir Atatürkçülüğü Marksist
kimliği koruyarak savunması da hem kafa
karıştırmakta hem de , gerçek bir
Atatürkçü alternatifin gündeme gelmesi sürecinin önünü kesmektedir . Adı var
kendi yok bir çok küçük partinin kendisini ulusalcı göstermesi ya da
Atatürkçülük adına hareket etmeleri de
herhangi bir sonuç sağlamamaktadır .
Bugün
gelinen noktada , Türkiye’nin gerçek anlamda
bir Atatürkçü partiye gereksinmesi vardır . Bu durum her geçen gün daha da önem
kazanmakta ve Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar
olması açısından acil önem taşımaktadır . Atatürk’ün partisi neo-liberal işgal
altındayken ,milliyetçi parti bölgesel projelere destek olurken ,başka hiçbir
parti Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olan kurucu iradeye bağlı bir biçimde
politika yapmazken Türk devletinin
geleceğe dönük yoluna devam edemiyeceği
ve yolun sonuna geldiği açıkça yazılıp çizilmekte ve tartışılmaktadır
. İktidar partisinin on yıllık iktidar sonrasında yıpranmış olması , kendini
yenileyerek Atatürk Cumhuriyetinin geleceğini kucaklayamaması Atatürkçü bir iktidar alternatifine Türkiye’nin gereksinmesi olduğunu doğal olarak
ortaya koymaktadır . Ulusal,üniter,merkezi ve laik bir sosyal hukuk
devleti olan Türkiye Cumhuriyetini bütün değerleri ile koruyacak ve geleceğe
taşıyacak ulusal politikalara gerek olduğu artık inkar edilemeyecek bir düzeye gelmiştir .
Neo-liberal kesimlere teslim olmuş ,ya
da onlarla çeşitli pazarlıklar doğrultusunda siyasal ilişkilere
girişmiş olan muhalefet partilerinin yapamayacağı düzeyde ciddi bir ulusal karşıtlığı gerçek
bir Atatürkçü partinin yapması gerekmektedir . İşte bu aşamada Atatürk’ün partisinin Beykoz konakları
üzerinden işgal edilmesi gerçeği dikkate alınarak , ciddi ve gerçek bir
Atatürkçü partinin halk kitlelerinin
özlemi doğrultusunda kurulması
gerekmektedir . Atatürk Cumhuriyeti ile beraber , Atatürk’ün tarih sahnesine
çıkarmış olduğu Türk ulusu da böylesine gerçek bir Atatürkçü partinin siyaset sahnesine çıkışını beklemektedir .
Türkiye
seçimler dönemine doğru giderken , ülkenin birliğini ve bütünlüğünü koruyacak ,
eyalet sistemi ya da federasyon gibi sapmalara karşı üniter yapıyı koruyacak , Atlantikçiler ile
Siyonistlerin İslam coğrafyasını kontrol
edebilmeleri doğrultusunda Türkiye’de ortadan kaldırılmak istenen laik devlet
modelini kapitalist sistemin kucağına sürüklenmiş olan işbirlikçi
cemaatlara karşı savunacak gerçek bir Atatürkçü parti eksikliği her
geçen gün daha fazla hissedilmektedir . Bugünün
Atatürkçülerine böylesine gerçekçi bir Atatürkçü partiyi kurmak ya da
oluşturmak görevi düşmekte ve böylesine bir siyasal oluşum ile de , Atatürkçülük
her türlü ara rejim senaryolarından ya da
askeri müdahale planlarından uzaklaştırılmalıdır . Son yıllarda yaşanmış
olan çeşitli siyasal gelişmeler ve bir çok tartışmalı hukuki yargılamaların yaratmış olduğu tepkiler de bugünün koşullarında ciddi bir
Atatürkçü parti iktidarının siyasal
ortamı için elverişli koşullar yaratmaktadır . Son yıllarda ortaya atılan
geçmişle hesaplaşma girişimleri ve bu doğrultuda geliştirilen çeşitli siyasal
senaryolar ile Türkiye bir yerlere doğru çekilmeğe çalışılırken ,bu gidişe dur
diyebilecek bir ulusal refleksin öne
çıkması gerekmektedir . Emperyalizm Atatürk Cumhuriyetini tasfiye ederken ,
Türk ulusu da bu yıkım senaryosuna
karşı ikinci bir ulusal kurtuluş
mücadelesi verebilecek gerçek Atatürkçü bir partiyi iktidara getirebilmelidir .
Atatürkçülüğün bir askeri ideoloji olmadığını gösterecek , batılı emperyalist
devletlerin çıkarları doğrultusunda geliştirilen darbe senaryolarına Atatürkçülük adı
verilmesini önleyebilecek bir demokratik Atatürkçülüğün zamanı gelmiştir .Soğuk
savaş döneminde yaşanan ara rejimlerin ,
açık toplum döneminde geride kalması gerekmekte , Türk toplumu içindeki
Atatürkçü taban yeniden bir Atatürkçü dönem yaşayabilmek uğruna askeri darbe ve
müdahalelerden umutlanmak zorunda kalmamalıdır . Çıkar çevrelerinin rant
hesapları uğruna , Türk ordusu hiçbir
zaman müdahaleye zorlanmamalı , tarih boyu sürüp gitmiş olan dinler savaşı
sürecinde gayrimüslim kesimler ise laik
düzen için darbelerden medet umarak Müslüman kesimleri karşılarına
almamalıdırlar . Günümüzde yaşanmakta olan bazı olaylar serisinin geçmişten
gelen bu gibi çarpıklıklara karşı bir
bir rövanşist tepki yansıttığı
göze çarpmakta ve bu nedenle de artık demokratik bir Atatürkçülük dönemine
Türkiye zorunlu olarak gereksinme
duymaktadır . Atatürkçülüğü ara rejimlerde
ya da askeri dönemlerde gizlice kendi çıkarları doğrultusunda
kullanmakta olan iç ve dış çıkar çevrelerinin
,ciddi bir demokratik Atatürkçülük denemesine karşı çıkacağı çok açıktır
. Onlar şimdi olduğu gibi emperyal ülkelerden aldıkları dış destekler ile liberal
görünümlü küresel politikaları empoze
etmeğe devam edecekler ,bu doğrultuda ulusal ekonomileri tasfiye etmekte
kullandıkları işbirlikçi cemaatları da devreye sokarak onlar ile ülkenin nimetlerini yeniden
paylaşabilmenin hazırlıklarını yapmağa
devam edeceklerdir . Ne var ki , şimdiye kadar soğuk savaş döneminden
yararlanılarak sürdürülmüş olan bu ters
duruma artık bir son verilmesi gerekmektedir . Atatürk’ün halk kitlerine
yeniden sevdirilebilmesi için gerçek Atatürk ilkelerine dayanan ve onları sonuna
kadar savunan bir Atatürkçü partiye ve iktidara
gerek vardır . Var olan partiler
içinden böyle birisi çıkmıyor ise , o zaman yeni bir Atatürkçü partinin
kurulmasını gündeme getirmek gerekmektedir . Ülkede hala gerçek anlamıyla
Atatürkçü olarak kalmış toplum kesimleri içinden seçilecek bilgili ve etkili temsilciler ile
oluşturulacak , yeni Atatürkçü parti Türk
toplumuna demokratik Atatürkçülüğü tanıtabilmeli ve zaman içerisinde
sevdirerek , geniş halk kitlelerinin destekleriyle bütünleşerek iktidar olabilmenin
arayışı içine girebilmelidir . Atatürkçülük bir ilkeler bütünü ve düşünce
sistemi olarak, yeni kurulacak bir partinin siyasal programında yer
alabilir ve iktidara gelindiğinde de hükümet programı
olarak Türkiye Cumhuriyetinin yeniden kurucu iradenin çizgisinde
güçlendirilmesini sağlayabilir . Yeni
Atatürkçü parti bu aşamada hızlı bir örgütlenme ile seçimlere girme koşullarını
tamamlayabilir ve ilk seçimlere girerek
hem yerel hem de genel yönetim içerisinde alması gereken yere sahip olabilir .
Ülkede var olan ve geçmişten gelen
Atatürkçü birikimin devlet yönetimine yansıtılması ,Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar
kalmasını sağlayacak bir güvence
oluşturacaktır .
Bütün
siyasal akımlar gibi Atatürkçülük de ancak
serbest genel seçimlere girerek kazanan bir partinin iktidarı sayesinde
yeniden Türkiye Cumhuriyetinin resmi siyaseti konumuna gelebilecektir . Son
zamanlarda sürekli olarak yapılmakta
olan kamuoyu yoklamalarında seçmen çoğunluğunun var olan hiçbir partiyi
beğenmediği ve yeni bir partinin
kurulmasını beklediği sonucu ortaya çıkmaktadır . Seçmen çoğunluğunun neredeyse
üçte iki oranındaki bir çoğunluğun yepyeni bir partinin siyaset sahnesine
çıkışını beklemesinin ana nedeni , yıkılmakta olan Atatürk Cumhuriyetine var olan siyasal partilerin
hiç birisinin sahip çıkmamasıdır . Özellikle Atatürk’ün partisinin neo-liberal
işgal altında ele geçirilmesi ve meclis kadrosunun parti merkezine uğramadan milletvekili olmaları facianın büyüklüğünü gözler önüne sermektedir
. Kurulacak olan yeni Atatürkçü parti , ülkenin bölünmez bütünlüğü ile beraber
devletin ve ulusun birliği , laik
devletin yıkılmazlığı ile başkent
Ankara’nın merkezi konumunu sonuna kadar savunması gerekmekte , küresel sermaye
ile beraber emperyalizmin yeniden Konstantinapolis maceralarına karşı sonuna kadar karşı çıkabilmelidir . İşte o
zaman halk kitlelerinden ciddi oylar
alarak iktidar olma şansını yakalayabilecektir . Yoksul ve işsiz halk
kitlelerinin istek ve taleplerini karşılayabilecek halkçı bir iktidar ancak yeni
bir Atatürkçü parti iktidarı zamanında
oluşturulabilecektir . Atatürkçülüğü çıkarcı biçimde kullananlar ile
yozlaştıranlardan uzakta kalacak bir örgütlenme ile böyle bir siyasal parti
kurulabilirse o zaman Türkiye
Cumhuriyetinin yeniden Atatürkçü bir çizgide geleceğe dönük ilerleyebilmesi
gerçekleştirilebilecektir .
Yirmi
birinci yüzyılda , Atatürk Cumhuriyeti yoluna güvenli bir biçimde devam ederken
artık demokratik Atatürkçülük dönemi başlatılmalıdır . Yeni kurulacak bir
Atatürkçü parti kısa zamanda halkın ayağına giderek halkçı bir yaklaşımı
başarabilmeli , genel seçimleri kazanarak tıpkı diğer partiler gibi iktidara
gelebilmelidir . Sürekli kapitalist ve liberalm çevrelerin işgali altında kalan
Atatürk’ün partisinin gerçek anlamda halkçı politikaları savunamaması yüzünden
, Atatürk’ün partisi hep muhalefette kalmış ve bir türlü seçim kazanarak
iktidar olamamıştır . Ancak bazı ara dönemler
ya da geçiş süreçleri içinde koalisyonlar aracılığı yarım iktidar olabilmiş ama bu
fırsatları değerlendirerek halktan yana hiçbir girişimi başaramamıştır . Halk
kitlelerinin gözündeki bu olumsuz durumun düzeltilebilmesi için , halktan yana
ve halkın ulusal çıkarlarını programında esas alacak gerçek bir Atatürkçü partinin kurularak
seçimlere girmesiyle beraber , Türkiye’de demokratik Atatürkçülük dönemi
başlayacak , artık Atatürk’ün partisi
üzerinden geliştirilecek çeşitli çıkarcı
senaryolar önlenebilecek ,halk kitlerine uzak duran bu göstermelik parti yerine
gerçek Atatürkçü parti halkın içine girerek kitleler ile bütünleşecek ,böylece
demokratik Atatürkçülük dönemi başlatılabilecektir . Atatürkçülüğün
devletten,ordudan ve Atatürk’ün
partisinden kovulduğu bir aşamada ,
Türkiye Cumhuriyetini var eden
siyasal birikim yeni Atatürkçü parti ile kamuoyuna tışınacak ve halk
kitlelerinin desteği ile de genel seçimler aracılığı ile iktidara
gelebilecektir . İşte o zaman , küresel emperyalizm adına Türk devletini
tasfiye eden uygulamalara son
verilebilecek ve yeniden Türkiye Cumhuriyeti , Atatürk’ün çizgisine
dönerek güçlü bir biçimde yoluna devam edebilecektir . Türk halkı böylece bütün
dünyaya Atatürkçülüğün darbecilik ya da
tepeden inmecilik olmadığını gösterecek ve
demokratik yoldan iktidara gelecek bir Atatürkçü parti aracılığı ile de
çağdaş uygarlık dünyasında hak ettiği onurlu yerini alabilecektir
.Demokrasinin küresel emperyalizmin
çıkarları doğrulusunda daha fazla yozlaştırılmaması için , gerçek Atatürkçü bir
partinin Türkiye’de bir an önce siyasal
iktidara gelmesi öncelikli bir mesele olarak
Türk ulusunun önünde durmaktadır .
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder